Bugün birine hediye aldım.
Kim bilmiyordum.
Hala bilmiyorum.
O da beni bilmiyor.
Hayır, bu bir aşk hikayesi değil.
“Niye” diye sordu.
“Mutlu ol” dedim.
“Korkma önce” diye ekledim.
“Korktum” dedi.
“İstersen paketi ben açayım” dedim.
“Tamam” dedi.
“Gideceği yere ulaşmadı herhalde bu hediye” dedi, şaşırarak.
“Önemli değil” dedim.
“Sadece, mutlu ol.
Hem, anlatacak saçma bi anın oldu böylece. Günlüğüne de
yazarsın.
Mutlu ol, uçan balon gören bi çocuk gibi.”
……….
“Teşekkürler”, dedi.
“Toza dumana gidelim
yine, şenliğin kalbine. Çünkü ölüm döşeğinde bir ihtiyar tanımıştım. İnsanlara
gerçekten bakmak istiyorsan oğlum, onların sana bakamayacağı bir yere git
demişti. Kıyametin ortasına git. O kadar yaşlıydı ki, öldükten bir hafta sonra
sanki on sene önce ölmüş gibi düşünmeye başlamıştı herkes. Ölenlerin ölü
taklidi yaptığını düşünüyordum ben o zaman. Yaşayanların yaşıyor taklidi
yaptığını hissediyorum şimdi. Toplum değil toplu mezar. On bir yıldır sabah
yatıp öğlen kalkıyorum. Hava kararana kadar geçmiyor dalgınlığım. Belki de
uykuda kaybettiğim bir şeyleri arıyorum. Kimi görsem rüyalardan bahsediyorum.
Oysaki hatıralardan konuşmak lazım. Rüyalardan daha karanlık hatıralar var.
Daha çok fikir verir biri hakkında.”
“Kar taneleri
birbirine benzemez. Sözcükler de benzemez. Ama bir cümle bir başka cümleyi
hatırlatır her zaman. Koşan atlar düşen atları. Yağmur yağar, durur, tekrar
başlar. Yanlış yolda yürümek doğru yolda beklemekten iyidir oğlum. Spermden
mezara kadar. Karanlıkta herkesle çarpışabilir insan. Yalan mı söylüyorum yine,
olsun. Sen biliyorsun nasılsa. Bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz
kısalmadı.”(Emrah Serbes)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder